8 Ekim 2010 Cuma

Recep Tayyip Erdoğan, AKM ile ilgili Hıncal Uluç'a konuşmuş…

Bir hafta kadar Kıbrıs’taydım, Lefkoşa Belediye Tiyatrosunun 8. Kıbrıs Tiyatro Festivali’ni izledim. Bu arada, ne yalan söyleyeyim, günlük gazeteleri günü gününe izleme olanağını pek bulamadım.

Ben yokken, Başbakanımız İstanbul Atatürk Kültür Merkezi (AKM) konusundaki sessizliğini bozmuş, kafasında büyüttüğü projesini Hıncal Uluç’a açıklamış (Sabah- 23.09.2010). Başbakanımız, yaşam tarzımızın müdahaleye uğrayacağı yönünde tedirgin olan, korkan, kaygı duyan yüzde kırk ikinin ürkekliğini doğrularcasına tartışma falan açmamayı, açıklamamayı, ancak en iyisini bizler için kendisinin oluşturabileceğini müjdelemiş. Köşe yazarlarından destek istemiş. Bağlayıcı hukuksal kararları aşabilmek için, yargının da anlayış sahibi olmasını ve önlerine engel çıkarmamasını “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” üslubu içinde talep etmiş.

Başbakanımızın benden 4 yaş büyük ağabeyim Hıncal Uluç’a anlattıklarına göre, Taksim Meydanı’nda trafik yer altına alınacak, bu meydan tamamen yayalara açılacak, çok yetersiz AKM binası yıkılacak, mevcut oto park da yer altına ineceğinden otopark arsası da, bina arsasına eklenecek ve bir mimari yarışma ile İstanbul’a Taksim Meydanı ile bütünleşmiş, kent simgesi bir Atatürk Kültür Merkezi yapılacakmış. AKM sadece temsil geceleri kapı açan değil, 24 saat canlı olan bir merkez olacakmış. “Şimdi bu planı gerçekleştirmek için kolları sıvamışken, mevcut binaya ‘tadilat’ diye, 70 milyon yatırmanın alemi yok... Kazmayı vurduğumuz anda, iki yılda kapıları açarız” demiş.

Hıncal Uluç: “Yani şimdi Başbakan, ‘İki yıl içinde yeni AKM’yi açarız sözünü verdi diyebilir miyim’ dedim. ‘Kazmayı vurduğumuz günden itibaren’ diye düzeltti tekrar. ‘Peki ya kazmayı on yıl sonra vurursanız’ dedim. ‘Bu defa formalitelerin çok daha hızlı sonuçlanacağına inanıyorum. İstanbul için AKM’den de öte müthiş projelerimiz var, sizinle özel bir konuşmamızda anlatmak isterim’ dedi ve iki cümle ile projenin adını söyledi. Telefon elimde dondum kaldım. Bu İstanbul konusunda bugüne dek duyduğum en çılgın proje. Biri bana ‘Bin proje say’ dese, bin gün izin verse aklıma gelmez. Öyle çılgın” diyor.

Sevgili Hıncal Uluç “Telefon elinde donmuş kalmış” ya, bendeniz de elimde Sabah gazetesi buz olup kaldım. Hıncal Uluç gibi deneyimli bir gazetecinin yürürlükteki hukuk kurallarına; (yukarıdan aşağıya) anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve tebliğleri iplemeyen bir başbakana nasıl kandığına inanamadım. Yasa dışına taşan açıklamaya Hıncal Uluç’un “muteber” bir gazeteci olarak nasıl olup da “itibar” ettiğini anlayamadım.

Şimdi hiç eğri oturmadan doğru konuşayım: AKM ana salonunun akustik rezaletinde Hıncal Uluç ile hemfikirim. Küçük salonda konser izlenemediğinin de tanığıyım. “Sadece bir asansörle çıkılan tavan arasında yapılan galeride sergi” felaketini de biliyorum. AKM, Hıncal Uluç’un dediği gibi mimarisi ile de on para etmez. Dış görünüşü de berbattır, putrel yığınıdır, hiç bir özelliği ve güzelliği yoktur. Sevgili Uluç’un: “Bu rezil yapıyı korumak mı, yoksa yıkıp yerine, hem de oto park alanını da katarak, çok daha büyük, çok daha mükemmelini, İstanbul’a simge olacak bir Sydney Operası örneği yaratmak mı, akılcı, ilerici, devrimci” sorusunu ben de ele güne sorarım. Ammaaa… Uluç’un, Başbakanın “Dil üstünde kaydırmacalar”ı karşısında bu denli saf davranmasına da şaşarım.

“Dil üstünde kaydırmaca” derken Başbakana hakareti falan asla amaçlamıyorum. Ama bu tür söz cambazlıklarına da inanmıyorum. Anımsarsınız mutlaka, yaklaşık üç yıl önce Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkım kararı alındı. Yıkılmaması için allem ettik, kallem ettik, uğraş verdik, beceremedik. Hatta 27 Mart 2008 Dünya Tiyatrolar Günü’nde Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin önünden yetkililere seslendik, göğsümüzü buldozerlere siper edeceğimizi söyledik. Muhsin Ertuğrul, daha önce barakalardan gelişerek ortaya çıkan bir sahneydi, yeterli değildi, bazı problemleri ve riskleri vardı biliyorduk, ama inanmıyorduk.

Bir süre sonra, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, bizleri Sait Halim Paşa Yalısı’nda kahvaltıya davet etti. Anlattı, “Harbiye Kongre Vadisi Avan Projesi” hakkında bilgiler verdi. Bir de maket gösterdi, maketin etrafını tavaf eyledik. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılıp yerine Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı ile uyumlu yeni bir bina yapılacağını söyledi. Proje, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı, Convention Center, Harbiye Orduevi, Askeri Müze, Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu, Taşkışla Caddesi arasında kalan 17 bin metrekarelik alanı kapsayacaktı. Toplam inşaat alanı 83 bin 695 metrekare olacak, yapılacak yeni binasının 5 katı yer üstünde, 6 katı da yer altında inşa edilecekti. Mevcut binadaki 601 olan seyirci kapasitesi, yeni binada 696’ya çıkarılacak, tiyatro binasının altında 800 araçlık bir garaj yapılacak, Şehir Tiyatroları Müdürlüğü ofisleri de aynı binada yer alacaktı. Yer altındaysa tiyatronun depoları, alt birimleri, arşivi, hatta kütüphanesi konuşlanacaktı.

İnanmadık, ama bir halt da edemedik. Yıkıldı, yerine yenisi yapıldı. Gittik ve gördük ki ne biçim projeyse bu, 601 olan seyirci kapasitesi 696’ya çıkarılacağına 598’e indirilmiş. Dünyada belki de ilk kez, gişeleri dışarıda olan bir tiyatro binası inşa edilmiş. Salona girişi dik mi dik yirmi basamak olan, yaşlıların nefes nefese salona girdikleri, neredeyse eskisini aratan bir tiyatro binasıydı yapılan. Fuaye bir mimari kepazelikti. Otopark falan yoktu. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ne, Hilton Oteli’nin araç çıkış kapısı önünden ve Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun biraz ilerisinden karda kışta, bastığımız itinasız döşenmiş taşların aralarından pırtlayan çirkeflerle yıkanarak varabildik. Yani tiyatrosever olma hakkımızı, Mimar ve Sanat Tarihi Doktoru Kadir Topbaş Bey’e iğdiş ettirdik.

Şimdi Sevgili Hıncal Uluç, lütfen söyle, ben Başbakana nasıl inanayım? AKM binasının yıkılıp, mevcut otoparkın yer altına ineceğine, o arsanın da bina arsasına ekleneceğine ve bu alanda “kent simgesi” bir Atatürk Kültür Merkezi beklerken bırakın iki yeşil minareli cami inşaatını falan, “Atatürk Alışveriş Merkezi” yapılmayacağına nasıl kanayım?

Kanmıyorum!

Kanmadığım için 06.01.1999 gün 10521 sayılı Koruma Kurulu kararıyla tescil edilmiş, 30.10.2007 gün 1344 sayılı kararla koruma grubunca 1. Grup olarak belirlenmiş; 06.12.2006 tarih, 689 sayılı kararla rölövesi, 14.05.2008 gün, 1783 sayılı kararla restorasyon avan projesi onaylanmış İstanbul Atatürk Kültür Merkezinin (şimdilik kaydıyla) tadilini istiyorum. Karar altına alındığı halde hangi nedenlerle tadil edilemediğini, dolayısıyla AKM’nin neden hâlâ açılamadığını sorgulamayı sürdürüyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı nasıl oluyor da yasaları, yargı merciinin kararlarını hiçe sayarak böyle açıklamalar yapıyor, Başbakana kızıyorum.

5706 sayılı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Hakkındaki Kanun’un 11. maddesinde belirtilen İstanbul Atatürk Kültür Merkezi onarımı, Rami Kışlası’nın kütüphane olarak yenilenmesi, Ayazağa Kültür Merkezinin yapımı İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansının asli görevleri arasındaysa, Ajans nerede diye sorarken Hıncal Uluç’un beni desteklememesine üzülüyorum.

Ben, Sevgili Hıncal Uluç’un deyimiyle “istemezükçü” değilim, sadece Başbakana inanmıyorum ve tadilatta ısrar ediyorum. Israr ederken, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi onarımı için çeşitli bakanlıklar, kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü ve benzin gelirlerinden elde edilen maddi kaynakların bugüne kadar nerelere sarf edildiğini de sorguluyorum.

Mimar Murat Tabanlıoğlu, ekip başı olarak mühendislik hizmetleri karşılığı Ajanstan tahsil ettiği 2 milyon 533 bin Türk lirasını kimlere, nerelere ödediğini müspet evraklara istinaden tevsik edemiyorsa ve bu durum Uluç’u hiç mi hiç ilgilendirmiyorsa sinirleniyorum.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 (a) maddesi kültür ve tabiat varlıklarını tahrip edenlerle ilgili 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası uygulanmasına amir olduğuna göre, Atatürk Kültür Merkezinin çürümeye bırakılmasını, bal gibi kültür varlığının tahrip edilmesi anlamına geldiğini Hıncal Uluç’un umursamamasına ciddi anlamda alınıyorum.

Hem yukarıda sıraladığım konularda, hem de 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 65 (a) maddesinin uygulanması hususunda Sayın İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına şikayetçi sıfatıyla suç duyurusunda bulunmamı Hıncal Uluç neden desteklemiyor (Bkz: Evrensel-15 Eylül 2010), bilemiyorum.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansına on üç soru (Evrensel-01 Eylül 2010) sordum.

Yanıt alamıyorum.

Yanıtları Hıncal Uluç’un da merak etmesini istiyorum.

Üstün Akmen
Evrensel Gazetesi

Prof. Dr. Tarık Minkari'yi kaybettik


Türk Cerrahi camiasının mümtaz şahsiyetlerinden, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyelerinden, Hocamız Prof.Dr.Tarık Minkari 5 Ekim 2010 tarihinde vefat etmiştir. Cenazesi 7 Ekim 2010 Perşembe günü İstanbul-Teşvikiye Camiisinde öğle namazını takiben Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilecektir. Türk Cerrahi Camiasına başsağlığı dileriz.
TCD Yönetim Kurulu

ATTİLA İLHAN'I ANIYORUZ...


ATTİLA İLHAN’I ANIYORUZ

Düşünür, yazar, şair, sanat ve kültür adamı, Türk edebiyatının usta kalemi Attila İlhan’ı ölümünün 5. yılında mezarı başında anıyoruz…
‘Yurttaşlarımızdan siyasetçilere, devlet büyüklerinden edebiyatçılara, sivil toplum örgütlerinden sanatçılara kadar toplumun her kesiminin katılacağı anma töreninde üniversiteli gençler, sanat ve edebiyat dünyasının önemli isimleri ve Attila İlhan’ın yakınları kısa birer konuşma yapacak.
Attila İlhan’ın anma töreninde sizleri de aramızda görmekten büyük mutluluk duyacağız…

GÜN : 10 Ekim 2010 Pazar
YER : Aşiyan Mezarlığı
SAAT : 13.00

* 11:30 AKM önünden servis kalkacaktır.

Güvendiğin arkadaşlarına okut!

“Ben yanmasam,
Sen yanmasan,
Biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?”

3 Ekim 2010 Pazar

ATATÜRK DİYORKİ;

Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklâle timsal olmuş bir milletiz.

Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık sayılamaz.

Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım.

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.

Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız.

Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir.

Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.

Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.

Milli mücadelelere şahsî hırs değil, milli ideal, milli onur sebep olmuştur.

Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.

Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır.

Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz.

Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektir.

Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.

Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kâfir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.

Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için yeterlidir.

Biz dünya medeniyeti ailesi içinde bulunuyoruz. Medeniyetin bütün icaplarını tatbik edeceğiz.

Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.

Milletimiz her güçlük ve zorluk karşısında, durmadan ilerlemekte ve yükselmektedir. Büyük Türk Milletinin bu yoldaki hızını, her vasıtayla arttırmaya çalışmak, bizim hepimizin en kutlu vazifemizdir.

İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?

Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.

Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa.

Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.

Gençler cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz. Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. Yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.

Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.

Benim naçiz vücudum nasıl olsa bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ebediyen yaşayacaktır.

Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.

Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.

Müsbet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.

Mualimler! Yeni nesli, Cumhuriyetin fedakâr öğretmenleri ve eğiticileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle mütenasip bulunacaktır.

Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir.

Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır.

Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir.

Türkiye'nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstahak ve layık olan köylüdür. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin iktisadi siyaseti bu aslî gayeye erişmek maksadını güder.

Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.


gelde gulme...


''Hattı Müdafa Yoktur Sathı Müdafa Vardır...O Satıh, Bütün Vatandır.Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkca terk olunamaz.!!
ŞEHİTLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ...


fethullah gül günahlarını ebedi hayata gitmeden fani dünyada çekmeye başladı..
'Hattı müdafa yoktur,sattı müdafa vardır.O satıh bütün bir vatandır!" 
'Hattı müdafa yoktur,sattı müdafa vardır.O satıh bütün bir vatandır!"